|
Türkiye'de kayıtdışılık önlenebilir mi?
BİZE GÖRE
Türkiye'de kayıtdışılık önlenebilir mi?
Veysi Seviğ - 18 Nisan 2006 Salı - Dünya
Ülkemizde gelir elde edip de kayıtdışında kaldığı için vergilendirilmeyenlerin
ya da sembolik denilebilecek miktarda vergi ödeyenlerin sayısı gün geçtikçe
artmaktadır. "Yapılan hesaplamalara göre; ...kayıtdışı ekonominin büyüklüğü
ulusal gelirin yarısına yaklaşmıştır. Vergi sisteminde ortaya çıkan bu kaçak
nedeniyle, bir yandan vergilendirmede adalet ilkelerinden sapılırken, öte yandan
devlet, kayıtdışından almadığı (veya alamadığı) vergiler yerine borçlanma
zorunda kalmaktadır. Böylece, kayıtdışında kalanlar bir yandan vergi
ödemediklerinden reel gelirlerini artırarak, vergi ödeyen firmalara göre haksız
rekabet durumu yaratırlarken öte yandan devlete verdikleri borç nedeniyle de
ayrıca faiz geliri elde ederler. Bu son durumda ise, vergilendirmede adalet
ilkesinden de önemli ölçüde sapmaya yol açılmaktadır." (Şener, Orhan "Kamu
Ekonomisi", Beta 8. baskı Sf: 348)
Özellikle gelir ve kazançlar üzerinden alınan vergiler beyan esasına göre
alınmakta olup, yapılan beyanların doğruluk derecesini mevcut yasal düzenlemeler
çerçevesinde belirlemek mümkün değildir.
Bu bağlamda Anayasa'da "Siyasi Haklar ve Ödevler" bölümünde yer alan "Vergi
Ödevi" başlığı bölümünde "Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne
göre vergi ödemekle yükümlüdür" Buyruğuna bir türlü uyum sağlamamıştır.
Yukarıda ifade edildiği üzere "Anayasa ile kabul edilmiş bulunan -Mali güce göre
ödeme ilkesi- vergide eşitlik ilkesinin, bir ifadesidir. Vergi eşitliğinden söz
edildiğinde, yatay ve dikey adalet kavramları çok sık kullanılan kavramlar
olmaktadır. Durumları eşit olan kimselerin eşit miktarda vergi ödemeleri yatay
adalet kavramı ile ifade edilir." (Mutluer, Kamil Vergi Genel Hukuku, Bilgi
Üniversitesi, 2006, Sf: 33) Ancak bu durumun Türkiye ve benzeri ülkelerde
sağlanması çoğu kez mümkün olamamaktadır.
Bunun temel nedeni vergi mükelleflerinin bir dönem içersinde (dönem dolaysız
vergilerde genel olarak takvim yılı ile belirlenmektedir) mali durumlarındaki
değişimin belirlenmesi veyahut da hesaplanması olanağının çok sınırlı, çoğu kez
de imkansız olmasıdır.
Gerçekte bu nedenle vergi yasalarında yer alan konuya ilişkin düzenlemeler zaman
içersinde ya kaldırılmış veya işlemez hale gelmiştir.
Gelir Vergisi Yasası'na göre; "Bilanço esasına göre ticari kazanç, teşebbüsteki
öz sermayenin hesap dönemi sonunda ve başındaki değerleri arasındaki müspet
farktır. Bu dönem zarfında sahip veya sahiplerce;
* İşletmeye ilave olunan değerler bu farktan indirilir.
* İşletmeden çekilen değerler ise farka ilave olunur. Burada üzerinde durulması
gereken en önemli konu işletmeye ilave olunan değerlerin kaynağıdır. Eğer bu
kaynak mevcut hukuk düzeni içersinde sorgulanabiliyorsa, bu takdirde kişilerin
vergiye tabi gelirlerinin belirlenmesi kolaylaşacaktır.
Servet; vergisi ödenmiş kazançlar ile veraset veya intikal yoluyla edinilmiş
varlıkları ifade etmektedir. Bu bağlamda da Vergi Usul Yasası'nın 171'inci
maddesi servet ile kazanç arasında hukuki bir ilişkinin varlığını öngörmektedir.
Bu madde gereği olarak "Mükellefler; ...tutacakları defterleri vergi uygulaması
bakımından" vergi ile ilgili servet, sermaye ve hesap durumunu tespit etmeye
yönelik tutmak zorundadır. Hatta ticari defterler üzerinden "emanet mahiyetteki
değerlerin" tespiti mümkün olmalıdır.
Defter kayıtlarını veyahut da herhangi bir ülke vatandaşının vergisel
yükümlülüklerini dikkate alarak veya göz önünde tutarak servetini belirleyebilme
olanağı yoktur. Bu nedenle ülkemizde herhangi bir vergi mükellefinin beyan
ettiği gelirle, serveti arasında eğer bir uyumsuzluk varsa bu durumun vergisel
açıdan değerlendirilmesi ve sorgulanması da mümkün değildir.
Oysa bir kişinin eğer bir dönem içersinde servetinde ve yaşam düzeyinde lehine
bir değişim varsa bu durumun en iyimser ihtimalle gelirindeki artıştan
kaynaklandığını kabullenmek gerekecektir.
Her şeyden önce ülkemizde her yurttaşın mali gücünün, bir başka anlatımla
ekonomik olanaklarının izlenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Çünkü,
ülkemiz sosyal bir hukuk devleti olduğuna göre mali gücü olmayanlara bazı
hallerde maddi destek sağlama durumunda kalacaktır. Bunun tipik örneği yeşil
kart uygulamasıdır.
Ancak yeşil kart uygulamasından da anlaşılacağı üzere birçok kişi mali gücü
elverişli olmasına rağmen yeşil kart kullanmayı tercih etmiştir. Bu kişiler
içersinde bazılarının büyük miktarlarda servet sahibi oldukları ifade
edilmektedir.
Kişilerin kayıtdışı işlem yapmalarına ve bu bağlamda da vergisiz gelir elde
etmelerine neden olan olaylar çok farklı olabilir.
Ancak bu kişilerin izlenmesi ve vergi ağına alınması polisiye önlemler yerine
ülkemizde kişilerin mali yapılarında ortaya çıkacak değişimleri izleyebilecek
bir düzenin kurulması ile sağlanmalıdır.
Ayrıca ülkemizde vergi beyanlarının otokontrolü sağlayacak bilgileri içerecek
şekilde yapılması gerekmektedir. Bu bağlamda "parasal ve parasal olmayan düzenli
ve düzensiz olarak elde edilen; gerçekleşmiş ve gerçekleşmemiş bütün gelir
unsurları arasında herhangi bir ayırım yapılmaksızın, bütün gelir unsurları tek
bir beyanname üzerinde toplanmalıdır."
Yıllık beyannameler üzerinde mevcut servet yapısındaki ve yaşam standardındaki
değişime ait bilgilerin yer alması sağlanmalıdır.
Kayıtdışılığın önlenmesi sadece vergisel düzenlemelerle sağlanamaz. Bu nedenle
gerçekte özel hukukla ilgili düzenlemelere de ağırlık verilmesi zorunlu
olmaktadır.
Türkiye'de nüfus yapısı dikkate alındığında mükellef sayısı azdır. Vergi
denetimleri az sayıda vergi mükellefi üzerinde yoğunlaştırılmaktadır.
Buna karşılık halk dilinde çok yaygın kullanılan bir deyimle kısa sürede mali
gücü artan kişilere ne vergi idaresi ve de başka bir makam "Nerden buldun"
sorusunu soramamaktadır.
Kanımızca bu soru sorulamadığı sürece kayıtdışılığın önüne geçebilmek de mümkün
olamayacaktır.
İktisadi Dayanışma Gazetecilik Matbaacılık ve
Danışmanlık Ltd.Şti -(0212) 325 71 21-281 85 26 -281 85 30
|