|
BİZE GÖRE
Sorunlar ve acele ile alınması düşünülen
önlemler
Veysi Seviğ - 04 Temmuz 2006 Salı - Dünya
Ülkemize yönelik temel risklerden kanımızca en önemlisi global risk beklentileri
ve uluslararası likidite hareketliliği ve koşullarındaki gelişmelerin
belirsizliğidir. Bu bağlamda; son dönemde cari açığın finansman kalitesinin
arttığı görüşü ile kamu maliyesinde var olduğu ifade edilen olumlu gelişmelerin
iyi irdelenmesi gerekmektedir.
Gerçekte ekonomik şokların oluşumunda var olan nedenler önceden görülebilir ve
bu şoklara yönelik önlemler alınabilinir.
Merkez Bankası tarafından hazırlanan 2006-II enflasyon raporunda yer alan bir
tesbite göre "...söz konusu yönden gelebilecek bir şokun, ekonomimizi olumsuz
etkileme potansiyeli taşıdığı da bir gerçektir." (Sf: 5)
Merkez Bankası'nın şok beklentisi ülkemizde yaşanmıştır. Böyle bir şokun
yaşanması halinde yine Merkez Bankası'na göre "öncelikle enflasyonun orta vadeli
hedeflere uyumlu olması amaçlanacaktır. Bu doğrultuda, politika tepkisi zamana
yayılarak, dış kaynaklı şokların ekonomi üzerindeki etkisinin fiyat istikrarına
zarar vermeden yumuşatılması sağlanacaktır."
Gerek dünya piyasalarında gerekse ülkemizdeki piyasalarda dalgalanmalar olası
hızla devam etmektedir. Gelişmiş ülkelerdeki merkez bankalarının art arda faiz
artırım kararı alması, uluslararası fonların güvenli limanlara doğru çekilmesi
sonucunu doğurmaktadır. Bu da gelişmekte olan ülkelerden fon çıkışına ve ulusal
paradan dövize geçişlere yol açacaktır. Sonuçta kurlar artacak, menkul kıymet
piyasalarında fiyatlar düşecektir.
Mal ve hizmet üretiminde ithal girdilerin fazlalığı kur artışları nedeniyle
enflasyonist süreçlerin başlamasına neden olabilmektedir. Enflasyon
hedeflemesine dayalı para politikasının ve dalgalı rejminin varlığı durumunda
ilişkiler daha da karmaşıklaşmaktadır." (Bali, Bülent - Çelen, Mustafa "Makro
ekonomik gelişmeler" Haziran 2006, Diyolog, Sayı 219, Sf: 203)
Gerçekte fiyatlar ve fiyatları etkilemesi söz konusu olan unsurların
hareketliliğine neden olan faktörler bellidir. Normalde fiyatların hareketliliği
keskin ve belirgin şekilde olmaz. Ancak buna karşılık fiyatlar, fiyatları
etkileyecek olan unsurlar baskı altında tutulmak suretiyle sabitleştirilirse, bu
takdirde baskıya neden olan unsurların dayanakları önemlidir.
Fiyat istikrarı ile makro ekonomik istikrar ve sürdürülebilir büyüme açısından
olmazsa olmaz bir önkoşuldur.
Ülkemizde yaşanan son gelişmeler karşısında Merkez Bankası tarafından üst üste
iki kez yapılan faiz artırımı ile piyasaya müdahalesi bu bakımdan önem
arzetmektedir.
Önce; menkul kıymetler borsası ile para piyasasında başlayan değişimler sonra
piyasaya bir yandan faiz yükseltmek, diğer yandan döviz piyasasına satış yoluyla
müdahale, piyasanın kendi kendine oluşumunu engellerken, diğer yandan da belli
bir maliyeti beraberinde getirmiştir. Şöyle ki;
* Ülkemizde kredi maliyetleri artmıştır.
* Geçmişteki koşullar çerçevesinde düşük faizle kredilendirme yapan mali sektör,
kredi faiz farkını üstlenmek zorunda kalacaktır.
* İthalat maliyetleri artmıştır. Bu maliyetlerin piyasaya yansıtılması gündeme
gelecektir.
Bu aşamada ortaya çıkan gelişmeler ülkemizde uygulanan maliye ve vergi
politikasını da etkilemiş bulunmaktadır. Şöyle ki;
2006 yılı bütçe gerekçesinde de ifade edildiği üzere "Gelir Vergisi Kanunu'na
eklenen geçici 67'nci madde ile 01.01.2006-31.12.2015 tarihleri arasında
uygulanmak üzere menkul kıymetlerin ve diğer sermaye piyasası araçlarının elden
çıkarılması sonucunda veya elde tutulma sürecinde elde edilen gelirler üzerinden
takvim yılının üçer aylık dönemleri itibariyle bankalar veya aracı kurumlar
aracılığıyla yüzde 15 oranında kaynakta vergileme yapılması öngörülmüştür."
(2006 yılı bütçe gerekçesi Sf: 112)
Bu hükmün yapılması öngörülen bir yasal değişiklik ile yerli ve yabancı
yatırımcı ayrımı yapılmak suretiyle yeniden düzenlenmesi düşünülmektedir. Bu
düşüncenin temelinde yatan neden yabancı yatırımcıların yüzde 15 oranında
yapılması öngörülen tevkifata karşı gösterdikleri duyarlılıktır.
Gerçekte, bu duyarlılığın arkasında var olan neden ülkemizin döviz ihtiyacının
kısa vadeli döviz girdisi ile karşılanmasına yönelik olarak oluşan
beklentisidir. Bu beklentinin varlığı ekonomik açıdan başlıbaşına bir tehlike ve
açıkçası risk kaynağıdır.
Cari işlemler açığının sürdürülebilmesine yönelik önlem alma yerine, bu açığın
azaltılmasına yönelik önlemlerin belirlenmesi ve uygulamaya konulması
gerekirken, kısa vadeli ve faydalı olma olasılığı çok düşük olan önlemlere
yönelinmesi doğru bir yaklaşım değildir.
Herşeyden önce; Gelir Vergisi Yasası'nın geçici 67'nci maddesi iyi düşünülmüş
bir düzenleme değildir. Bu maddenin değiştirilmesi gerekmektedir.
Ancak; yerli yatırımcı ile yabancı yatırımcı açısından farklı bir vergilendirme
oranını telaffuz etmek suretiyle belli bir ayrıma gitmek kanımızca doğru
değildir.
Yabancı paraya yani dövize olan ihtiyacımız vardır. Bu doğrudur. Ancak bu
ihtiyacımızı karşılamaya yönelik olarak sağlanan olanakların maliyetini
hesaplamadan ayrımcı bir vergi politikasının uygulanması, yerli yatırımcıyı da
belli arayışlara sürükleyecektir.
Gerçekte; açıklanan cari açık rakamları üzerinde belli bir çalışmanın yapılması
ve sonuçta cari açığın neden her geçen ay biraz daha artış gösterdiğinin iyi
irdelenmesi gerekmektedir.
Ülkemizde uygulanmakta olan vergi politikaları ile cari açığın daha da artmasına
neden olacak gelişmelerin yaşanması gündeme gelmektedir.
Petrol fiyatlarının seyrindeki belirsizlikler ve uluslararası likidite
koşullarında olası değişmeler, para dolaşımı üzerine oluşturulması düşünülen
uluslararası denetim önümüzdeki günlerin önemli konuları olacaktır. Bu konular
ülkemiz açısından risk unsuru olarak algılanmalıdır ve önlemler bu varsayımlar
dikkate alınarak hazırlanmalıdır.
İktisadi Dayanışma Gazetecilik Matbaacılık ve
Danışmanlık Ltd.Şti -(0212) 325 71 21-281 85 26 -281 85 30
|