Üretmeden tüketmenin bedeli

 

21.02.2006

 

Arşiv Arama

 

Önceki Sayfa

 

BİZE GÖRE

Üretmeden tüketmenin bedeli

Veysi Seviğ - 21 Şubat 2006 Salı - Dünya


İçinde bulunduğumuz yılın en önemli sorunlarından birisi de dünya üzerinde ABD dolar likiditesinin aşırı derecede birikmiş olmasıdır. Yapılan hesaplamalardan ve resmi rakamsal verilerden de anlaşılacağı üzere ABD para arzının üçte ikisinden fazlası Amerika Birleşik Devletleri'nin dışındadır.

Avrupa Birliği'nin kendi para birimini oluşturması sonucunda birlik içersinde dolar kullanımından ve stoklanmasından belli bir kaçış olmasına karşılık uluslararası piyasalarda temel madde fiyatlarının ABD Doları esas alınarak belirlenmesi nedeniyle Türkiye'nin de içinde bulunduğu birçok ülkede halihazırda aşırı denebilecek ABD Doları stoklarının oluştuğu gözlenmektedir.

Özellikle; ithalat hacmi, ihracat hacminden yüksek olan ve bu bağlamda dış ticari işlemlerden kaynaklanan finansman gereksinimi nedeniyle "döviz"e ihtiyacı bulunan ülkelerde çoğu kez gereksiz döviz stoklarının oluşması kaçınılmaz olmaktadır.

Ekonomi üzerindeki ithal girdi fiyatlarının etkili olduğu ülkelerde oluşan döviz stokları genel olarak ABD Doları ağırlıdır. Ancak ithalat ağırlıklı ekonomik yapıya sahip olan ülkelerde, özellikle dış ticaret işlemlerinden doğan finansman gereksinimleri, çoğu kez kurları ithalatçı ülke aleyhine değiştirmekte ve daha açıkçası baskı altında tutmaktadır.

Türkiye gibi ekonomisi belli bir süreç içersinde iç ve dış borçlanma zorunluluğundan kaynaklanan darboğazlarla karşılaşmış bulunan ülkelerde "döviz kuru" ile "döviz gereksinimi ve stok miktarı"na yönelik hesaplamalar ve çözüm aramaya yönelik değişik uygulamalardan, bu bağlamda reçete haline getirilmiş programlardan yararlanma arayışları giderek artmaktadır.

Bu uygulamalardan birisi de "borçlanma faizleri ile kur ilişkisi" arasındaki dengeye bağlı bir politikanın izlenmesine yönelik olanıdır.

Öncelikle "kur" konusunda istikrarlı bir politikanın seçiminde var olan yanıltıcı uygulamalar zaman zaman ekonomileri beklenmiyen bir biçimde zora soktuğu konusunu dikkate almakta yarar vardır.

"Döviz" gereksinimi olan ülkelerin bu gereksinimlerini karşılarken iç piyasa işlemlerini dışa açık hale getirmesi de bir anlamda kaçınılmaz olmaktadır. Bu açılım özelleştirme olarak ifade edilen kamusal ve yarı kamusal nitelikteki kuruluşların yabancı tasarrufçulara satışı başta olmak üzere, üretim birimlerine ve mali sektöre ait hisselerin yabancılara devrine yönelik düzenlemeler ile taşınmaz malların yabancılaştırılması olarak gerçekleştirilebilir.

Bu aşamada ulusal nitelikte borçlanma yerine, ülkeye döviz girişinin iç piyasada etkin rol almasına yönelik düzenlemelere ağırlık verilmekte ve dolayısıyla bu tür yeni bir iç piyasa hakimiyeti ortaya çıkmaktadır.

Döviz kurundaki değişimlerin ülke içi ekonomik dengeleri etkilememesi için alınması gereken önlemler yanında, günümüzde giderek çeşitlenen yeni kur politikaları geçici olarak döviz girişine gereksinimi olan ülkeleri rahatlatmaktadır.

Koşullar ne olursa olsun bir ekonominin dış kaynağa gereksimi olduğu takdirde kullanılan "döviz"lerin milli paraya dönüştürülmesi zorunludur. Bu aşamada yabancı para birimine göre borçlanılan miktarın maliyeti ile yabancı paranın milli paraya dönüştürülmesi halinde sağlayacağı gelir arasındaki fark yabancı paraya sahip olanların tercihlerini yönlendirmektedir.

Kurların aşırı dalgalı seyretmesi oldukça tehlikelidir. Ancak yabancı tasarrufçuların bir ülkeye girerken o ülkenin para piyasasında rol üstlenmelerindeki beklentileri ile doğrudan o ülkeye döviz olarak borç vermenin beklentileri arasındaki farklılık tercihlerin yönünü de belirlemektedir.

Artık kreditörler bir ülkeye doğrudan borç verme yerine, dövize ihtiyacı olan ülkenin iç piyasasında rol alarak kazançlarını artırmayı tercih etmektedirler.

Bunu Türkiye'yi örnekleyerek aşağıdaki şekilde açıklaşabiliriz.

Ülkemize 30 Aralık 2005 tarihinde 100.000 dolar getirip Türk Lirası'na çeviren bir kişi 134.090.-YTL elde etmiştir. (TC Merkez Bankası 2005/251 sayılı bülten) Bu kişinin 17 Şubat 2005 tarihinde bu tasarrufunu tekrar dolara çevirmesi halinde elde edeceği dolar miktarı ise (134.090/1.3266=) 101.077 dolardır. Söz konusu tasarrufçunun (işlemcinin) bu arada 40 gün söz konusu parasını repo yaptığını varsayacak olursak söz konusu kişinin vergi sonrası elde edeceği gelir ise en düşük 1.250 dolardır. Bu miktarla beraber 100.000 doların 40 günlük getirisi (1.077+1.250=) 2.327 dolardır. Bu miktarı söz konusu tasarruf sahibinin dünyanın şu anda hiçbir ülkesinde bu kadar kısa bir sürede elde etmesi söz konusu değildir.

Ayrıca bu kişinin menkul kıymetler üzerine yapacağı yatırımlardan sağlayacağı gelir ise bu miktarın çok üstünde bir getiriyi elde etmeye imkan sağlayacaktır.

Türkiye gibi ülkelerde kurların sabit olması veyahut da milli paranın daha da değer kazanması durumunda yabancı yatırımcıların iç piyasa işlemleri daha da kârlı hale gelmektedir.

Bu bağlamda iç piyasa faizlerinin yüksek tutulması yanında kurların belli bir miktarın altına inmesi yani milli paranın değer kazanması yabancılar için bulunmaz bir nimet haline dönüşmektedir.

Böyle bir durumda yabancı tasarrufçuların ülkemize yabancı sermaye getirerek fabrika kurmalarını beklemek hayal olacaktır. Çünkü kısa dönemde inanılmaz bir gelir sağlama olanağı yabancılar için uzun soluklu ve ülke riskinin de beraber üstlenilmesini zorunlu hale getiren bir uğraştan daha çok tercih edilmektedir.

Bu aşamada kurların düşmesi bir anlamda yabancı tasarrufçunun beklentisine katkı sağlamaktadır. İşte bu aşamada kurların düşmesine ne kadar müsaade edilmelidir sorusuna yanıt aramak da bir anlamda zorunlu olmaktadır.

Kurların aşırı düşmesi, başka bir anlatımla milli paranın aşırı değerlenmesi de bu aşamada mümkün değildir. Piyasada ifade edilen bir Yeni Türk Lirası'nın bir ABD Doları'na eşit olması hayali, yabancı tasarurruf sahiplerine olanağüstü bir getiri sağlayacağından buna müsaade edilmesi halinde ülkemizden önemli bir miktar döviz çıkması gündeme gelebilecektir. Şöyle ki eğer 30 Aralık 2005 günü ülkemize 100.000 dolar getirip Türk Lirası'na çeviren ve 134.090 YTL'nin sahibi olan kişi bu parası ile bir doların bir YTL'ye düşmesi halinde 134.090 dolar satın alabilecektir.

Türkiye bu günkü haliyle üretmediği malı satın alabilmek için 40 günde 100 dolara yüzde yaklaşık 2.3 faiz veren bir ülkedir. Bu getiri yıllık yüzde 20.7 faiz anlamına gelmektedir.

Yukarıya aktarmış bulunduğumuz görüş ve değerlendirmeler sadece bir hukukçu olarak benim değil, şu anda fiilen içinde bulunduğum uluslararası çalışmalara da konu oluşturmaktadır.

İktisadi Dayanışma Gazetecilik Matbaacılık ve Danışmanlık Ltd.Şti -(0212) 325 71 21-281 85 26 -281 85 30

 

Veysi Seviğ

 

Okunma: 656

Diğer Yazıları

 


Yazarın En Çok Okunan 5 Yazısı

 

Üretmeden tüketmenin bedeli