|
BİZE GÖRE
Gelir Vergisi Yasası değişmelidir
Veysi Seviğ - 17 Ekim 2006 Salı - Dünya
Gelir vergisi, gerçek kişilerin bir takvim yılı içersinde elde etmiş oldukları
gelirler üzerinden alınan ve teknik olarak da "dolaysız" nitelikte bir vergidir.
Gelir Vergisi Yasası'nın birinci maddesinde yer alan tanımlamaya göre de
ülkemizde gerçek kişilerin gelirleri gelir vergisine tabidir.
Gelir ise bir gerçek kişinin bir takvim yılı içersinde elde etmiş olduğu kazanç
ve iratların safi tutarıdır.
Anayasa'nın 73'üncü maddesinde yer alan "herkes, kamu giderlerini karşılamak
üzere mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür." Buyruğu dikkate alındığında,
bu buyruğa uygun bir vergilendirmede gelir üzerinden alınan vergilerin önemi
daha belirgin hale gelmektedir.
Bu bağlamda gerçek kişi gelirlerinin vergilendirilmesinde gelir kavramı dar ve
geniş anlamda olmak üzere iki farklı şekilde tanımlanabilmektedir.
Dar anlamda gelir, kişisel faaliyetlerde ortaya çıkan yeni alım gücünün gelir
sayılabilmesi için bunun belli bir kaynaktan, gerçekleştirilen üretim faaliyeti
sonucu sürekli elde edilebilir olması gereklidir. Böyle bir gelir tanımında
öncelikle ekonomik faaliyet alanları belirlenmekte ve bu alanlardan sağlanan
gelirlerin vergilendirilmesi yapılmaktadır. Bu nedenle dar anlamı ile üretim
faktörlerinin faaliyetleri sonucunda elde edilebilir, dolayısıyla bu tür
faaliyetlerde bulunanların sağladıkları gelirlerin vergiye tabi tutulması
gerekmektedir. Ancak bu tür vergilendirmede gelirin elde edildiği alanlara göre
yapılan farklı vergilendirmeler çoğu kez bu tür bir tercihin verimsiz sonuçlar
vermesine neden olabilmektedir.
Geniş anlamda gelir ise bir gerçek kişinin belli bir dönem içersinde mal
varlığında bir önceki döneme göre ortaya çıkan net artış ile ilgili yıldaki
harcamaları toplamıdır. Bu yaklaşıma göre, aynı ödeme gücünde olan vergi
yükümlülerinin vergi yükünü eşitlemek mümkün olabilmektedir.
Türk vergi sisteminde kişisel gelirlerin kaynak teorisine uyumlu bir biçimde yer
alması ve vergilendirilmesi öngörülmüştür. Gelir Vergisi Yasası'nın ikinci
maddesi uyarınca gelire giren kazanç ve iratlar yedi grupta belirlenmiştir. Buna
göre gelire giren kazanç ve iratlar; ticari kazançlar, zirai kazançlar,
ücretler, serbest meslek kazançları, gayrimenkul sermaye iratları, menkul
sermaye iratları ve diğer kazanç ve iratlardır.
Kaynak esas alınarak yapılan vergilendirmede her bir gelir kaynağından elde
edilen gelirin kendisine özgü safi kazanç tespiti söz konusu olmaktadır.
Mevcut yasal tanımlamadan da anlaşılacağı üzere genel ilke olarak yukarıda
sayılmak suretiyle belirlenen kazanç ve iratların vergilendirilmesinde safi
tutarlar esas alınmaktadır. Safi tutar kavramı ise her bir gelir unsuru
içersinde yine kendisine özgü bir biçimde tanımlanmış bulunmaktadır.
Kaynak teorisine göre vergilendirmede siyasi ve ekonomik tercihlerin etkinliği
sonucunda, gelir ve vergisi hasılatı azalabilmekte, bunun sonucunda ortaya çıkan
gelir kaybının dolaylı vergilerle karşılanması gündeme gelmektedir. Olayın bu
bağlamda değerlendirilmesi halinde Türkiye gayri safi milli hasılanın (GSMH)
yüzdesi olarak OECD ülkeleri içersinde gelir ve kazançlar üzerinden en az vergi
sağlayan ülkeler arasında ikincidir.
2006 yılı bütçe yasası verilerine göre gelir vergisinden beklenen hasılat toplam
vergi gelirlerinin yüzde 19.74'tür. Bir başka açıdan bu beklenti gayri safi
milli hasılanın yaklaşık yüzde 4.83'tür. Bu oran 2005 yılında da aynıdır. Oysa;
söz konusu oran Yunanistan'da yaklaşık yüzde 12, İtalya'da yüzde 11,
Macaristan'da yüzde 15, Polonya'da yüzde 12 civarındadır.
Ülkemizde bir başka özellikte gelir vergisinin yaklaşık yüzde 88'inin vergi
kesintisi (stopaj) yolu ile tahsil edilmesidir. Bu durum gerçekte gelir
vergisinin geliri elde edenlerce ödenmediğini, bunun tam aksi bir şekilde
başkalarına gelir sağlayanların, bu gelirleri sağlarken kesinti suretiyle
vergilendirmeyi gerçekleştirdiklerini göstermektedir. Bu durum gelir vergisinin
ödenmesinden sorumlu olanların, bu sorumluluklarını kullanma alanını daraltmakta
ve hatta kaldırmaktadır.
Stopaj yolu ile vergilendirmede zaman içersinde bu sistemde ödenmesi gereken
vergi yükü vergiyi kesenin üzerine doğru kaydırılmaktadır. Örneğin ülkemizde
özel sektörde ücretliler pazarlıklarını "net ücret" esasına göre yapmaktadırlar.
Ülkemizde gelir vergisi uygulaması açısından beyannameli mükellef sayısı azdır.
Haziran 2006 itibariyle ülkemizde faal gelir vergisi mükellefi sayısı
1.720.035'dir. Bu sayıya ücretli olanlar dahil değildir. Oysa bu sayı 2000
yılında 2.080.877'dir.
Türkiye'de nüfus artarken mükellef sayısının azalmış bulunması iki olasılığı
gündeme getirmektedir. Birinci olasılık kayıtlı mükellefiyetten kayıtsız
çalışmaya yönelik bir kaçış söz konusudur. İkinci olasılık ise bireysel faaliyet
yerine ya ücretli çalışmaya yönelik bir akım başlamıştır veyahut da kurumlaşmada
artış vardır ve kurumlaşma halinde kurum ortakları kâr dağıtımını düşük tutmak
suretiyle beyan dışı kalmayı tercih etmektedir.
Türkiye'de gelir vergisi mükelleflerinin yüzde 58.3'ü sadece 10 ilimizde, geriye
kalan yüzde 41.7'si ise 71 ilimizde faaliyet göstermektedir. Bu bağlamda toplam
gelir vergisi mükelleflerinin yüzde 25.08'i İstanbul'dadır.
Gelir İdaresi Başkanlığı verilerine göre beyannameli gelir vergisi mükellefleri,
2005 yılı gelirleri için 2006 yılının Mart ayında sadece 1.367.229 beyanname
vermiş ve bu beyannameler üzerinde 10.349.547.000.-YTL gelir beyan etmişlerdir.
Bu bağlamda beyan edilen gelirler üzerinden tahakkuk eden vergi tutarı ise
3.020.562.000.-YTL'dir.
Kişi başına düşen ortalama beyan yıllık 7.570.-YTL, olup yapılan beyanlara göre
gelir vergisi mükelleflerinin aylık ortalama gelirleri 631.-YTL'dir.
Başlangıçta, 1950 yılında gerçekleştirilen vergi reformu ile Türkiye'de
yürürlüğe konulan Gelir Vergisi Yasası çağdaş bir görüntü sergilerken bile her
söz konusu yasada yapılan değişikliklerle teknik olarak yasa görüntü
değişikliğine uğramış bilahare 31.12.1960 tarihi itibariyle yenilenen ve 193
yasa sayısı ile yürürlüğe konulan Gelir Vergisi Yasası da bugüne kadar 192 ayrı
yasa ile değişikliğe konu edilmiş, bazı yasa maddeleri yürürlükten kaldırılmış,
bazı mükerrer maddeler ve geçici maddeler yürürlüğe konularak adeta geçici
maddelerin etkin olduğu bir mevzuat haline dönüşmüş, bu değişikliklerle beraber
hasılat sağlama özelliğini önemli ölçüde yitirmiştir.
Türk gelir vergisi sisteminde gelir ile servet oluşumu ve harcamalar arasındaki
ilişki kurma olanağı bulunmamaktadır. Oysa tüm modern vergi sistemlerinde olduğu
gibi ülkemizde de mutlaka gelir ve servet çözülmeleri ile harcama düzeyi
arasında bağ oluşturan ek düzenlemelere daha açıkçası bir otokontrol sistemine
gereksinim vardır.
Zaman içersinde gelir vergisi uygulamasında üniter olma özelliği yitirilmiştir.
Bu bağlamda da kaynağı ne olursa olsun her türlü gelirin bir beyanname üzerinde
toplanarak beyan edilmesi ve beyan edilen tutar üzerinden vergilendirme
yapılması (tarh edilmesi) sağlanmalıdır.
Ülkemizde gelir vergisi yasası içersinde yer alan ve sık sık değişikliğe uğrayan
ana maddelerle geçici maddelerin büyük bir bölümü beyan dışı kalacak gelirlerle
ilgilidir.
Dolayısıyla Gelir Vergisi Yasası'nın toplama ve beyan ile hükümlerindeki
vergiden kaçınmayı özendirici özellikler dikkate alınarak daha çok beyana dayalı
bir gelir vergisi uygulamasına gidilmesi günümüzde zorunlu hale gelmiş
bulunmaktadır.
İktisadi Dayanışma Gazetecilik Matbaacılık ve
Danışmanlık Ltd. Şti -(0212) 325 71 21-281 85 26 -281 85 30
|