Dolandırıcılık-şüpheli alacak ilişkisi |
10.07.2009 |
|
| ||
Dolandırıcılık-şüpheli alacak ilişkisi
Veysi Seviğ - 10 Temmuz 2009 Cuma - Referans Yasa maddesinin gerekçesinde de ifade edildiği üzere var olan özelliklerin başında; gerçekleşen hile sonucunda bu hileye maruz kalan kişinin veya üçüncü şahsın belli bir zarara uğramış olması gelmektedir. Dolandırıcılık suçu kasten işlenebilen bir
suçtur. Burada söz konusu olan kast, dolandırıcılık suçunun maddi unsurlarının
hepsinin fail tarafından bilinmesini ifade etmektedir. Bir başka ifadeyle fail
gerçekleştirdiği davranışların hile teşkil ettiğini, başka birini aldatıcı
nitelikte olduğunu bilmelidir. Ayrıca fail, bu hileli davranışlar sonucunda
bunların etkisi ile hileye maruz kalan kişinin veya başkasının malvarlığında bir
eksilme meydana geldiğini, zarar gördüğünü ve buna karşılık kendisinin veya sair
abir kişinin malvarlığındaki eksilmenin, mağdurun gördüğü zararın kendi hileli
davranışları sonucunda meydana geldiğini bilmelidir. Bilindiği üzere Vergi Usul Yasası'nın 323'üncü
maddesi hükmü gereği olarak "Ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame
ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla; * Yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş bulunan dava ve icra takibine değmeyecek derecede düşük alacaklar, şüpheli alacak" sayılmaktadır. Yukarıda yazılı şüpheli alacaklar için değerleme gününün tasarruf değerlerine göre pasifte karşılık ayrılabilmektedir. Yasal düzenleme gereği olarak şüpheli alacak, nitelik ve miktar itibariyle tahsili şüpheli duruma giren, fakat değersiz hale geldiği kesin olarak bilinmeyen, buna karşın kısmen tahsil olanağı kalmayan alacaklardır. Buna göre bir alacağın şüpheli alacak olarak kabul edilip karşılık ayrılabilmesi için Vergi Usul Yasası'nın 323'üncü maddesinde sayılan şartların gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Gelir Vergisi Yasası'nın 88'inci maddesine; "... menkul ve gayrimenkul sermaye iratlarında, gider fazlalığından doğanlar hariç, sermayede vukua gelen eksilmeler zarar addolunamaz" hükmü yer almaktadır. Yine aynı maddede arka arkaya beş yıl içinde mahsup edilmeyen zararın sonraki yıllarda devredilemeyeceği belirtilmiştir. Yasa hükmünde yer alan beş yıllık süre, ticari hayatta kesin sonucun bu süre içinde ortaya çıkacağı, bu süre içinde telafi edilemeyen zarar kısmının sermayede meydana gelen eksilme olduğunun kabul edilmesi ilkesine dayanmaktadır. Diğer yandan aktif kalemlerdeki kaybın zarar olarak kabul edilmesi için, bu kaybın faaliyetin normal icabı dahilinde meydana gelmiş olması gerekmektedir. Faaliyetin normal süreci haricinde, sermaye unsurlarında meydana gelen kayıpların zarar olarak dikkate alınması mümkün değildir. Bu nedenle ticari yaşamda emtianın hırsızlık, dolandırıcılık ve benzeri nedenlerle işletmeden çıkması faaliyetin normal icabı haricinde meydana gelen bir sermaye kaybı olarak kabul edildiğinden bu yönüyle gider olarak dikkate alınması mümkün bulunmamaktadır. Dolandırıcılık Türk Ceza Yasası tarafından müeyyidelendirilmiş bir suçtur. Ticari yaşamda dolandırıcılık fiillerine karşı duyarlı olmak ve bu konuda da gerekli önlemleri almak basiretli tacir olmanın bir gereğidir. Tüm bu açıklamalar çerçevesinde; şüpheli hale gelen bir ticari alacaktan söz edilemeyeceğinden, dolandırıcılık fiilinin ticari faaliyetin normal icabı haricinde meydana geldiği noktasından hareketle sermaye kaybı olarak kabul edilmesi ve gider olarak dikkate alınmaması gerekmektedir. (Bu konuda bakınız Gelir İdaresi Başkanlığı, Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı 11.3.2009 gün, MUK-22 sayılı özelge). İktisadi Dayanışma Gazetecilik Matbaacılık ve Danışmanlık Ltd.Şti - Türkiye' nin En Büyük Mevzuat Portalına Hoş Geldiniz. |
Veysi Seviğ
Okunma: 631 | |||
Yazarın En Çok Okunan 5 Yazısı
|