|
BİZE GÖRE
"Büyüme, analiz ve vergi reformu"
Veysi Seviğ - 12 Temmuz 2005 Salı - Dünya
Türkiye'de faiz oranlarındaki düşüş, bastırılmış döviz kurları ve dar alanda
iniş-çıkışlı endeks oluşturan sermaye piyasası adeta ekonominin iyileştiğini ve
istikrar kazandığını gösteren unsurlarmış gibi kabul edilmektedir.
Gerçekte; reel ekonomindeki gelişmeler göz ardı edilmekte bunun sonucunda daha
çok faiz, kur ve endeks üçgeni içerisinde tam anlamı ile dar alanda denge
aranmaktadır. Bu durum karar organlarını da yanıltmaktadır.
Türkiye ekonomisinin geçtiğimiz yıllarda performansını karşılaştırdığımızda
büyüme hızının düştüğünü görmekteyiz. Bu olgu bize ekonominin istikrarlı bir
büyüme performansına sahip olmadığını göstermektedir. Gerçekte büyüme hızının
büyüklüğüne göre belirlenecek bir aralıkta inişli çıkışlı bir gerçekleşme
istikrarın sürdürüldüğünü gösterir. Ancak yapılan çalışmalarda ülkemizde böyle
bir aralık belirlenmemektedir.
Bir başka anlatımla Türkiye'de ekonomi özellikle belli etkilerin altında
kalmakta ve bu etkiler nedeniyle bazı sektörlerde geçici olarak belli bir
hareketlilik gözlenmektedir.
Geçtiğimiz yıllarda daha çok iç piyasadaki gelişmeler ekonomi üzerinde etkili
olurken, şimdilerde bu etki yerine dış alemdeki farklı değişkenlere terk etmiş
bulunmaktadır.
İthalatımızın hızla artması, bu nedenle ortaya çıkan ve giderek büyüyen dış
ticaret açığı farklı şekillerde gelecek açısından sorun yaratabilecek bir boyuta
gelmiş bulunmaktadır.
Piyasada giderek ithal malı hakimiyetinin hissedilir hale gelmesi, yerli
üretimin artık ithal mallarla rekabet edememesi, bir yandan yerli üreticilerin
piyasadan hissedilir şekilde çekilmelerine neden olurken, diğer yandan da
piyasada kendi alanlarında deneyimli olan işgücünün istihdam dışı kaldığı
gözlenmektedir.
Günümüzde ülkemizde deneyimli ve uzmanlaşmış işgücünde istihdam dışı kalış
giderek yaygınlaşmaktadır. Bu durum bir yandan işsiz kalanların ekonomik açıdan
sorunlu hale gelmelerine neden olmakta, diğer yandan da bu kişilerin yaratıcı
emek güçleri üretim alanından çekilerek yerli, yani milli üretim hacminin
daralmasına neden olmaktadırlar.
Diğer yandan ithalat rakamlarının analizinde ise varılan sonuçlar oldukça
şaşırtıcıdır.
2005 yılının ilk üç aylık ithalatının yüzde 73.8'i ara malına yöneliktir. Bir
başka anlatımla ülkemizde ithalatın yüzde 73.8'i üretim amacıyla yapılmıştır.
Ara malı ithalatının amacı ithal edilen malların üretim aşamasında kullanılarak
ihracatı artırmaktır.
Üretim amacıyla yapılan ithalattaki artış yüzde 29.3'tür. Bu durum Türkiye'de
gayri safi yurt içi hasıladaki (GSYİH) artışa nazaran ara malı ithalatının çok
duyarlı olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda esneklik katsayısı 6.1
civarındadır. Ara malların büyük ölçüde sanayide kullanıldığı varsayımından
hareketle sanayi gelirindeki artış üzerindeki etkisi üzerinde durabiliriz.
Ara malı ithalatındaki artışın GSYİH'deki artıştan daha büyük olması halinde;
. İş alemi ekonomideki yavaşlamayı önceden kestiremediği için ara malı
ithalatında gerekli kısıntıyı yapamamıştır. Dolayısıyla ara malı ithalatı
gereğinden fazla yapılmıştır. Bu durum stokları olumsuz etkileyecek bir başka
anlatımla stok büyümesine (artışına) neden olacaktır.
. Ara malı tanımlamasında fazlaca esnek davranılmıştır. Bu bağlamda da ithal
edilen malların bir bölümü ara malı olarak kullanılabildiği gibi doğrudan
kullanılabilir bir özelliğe sahiptir.
Ara malı tanımlamasının kapsamı bir yana Türkiye'de ithalat ve dolayısıyla ara
malı ithalatı giderek artmaktadır. İthalattaki artış hızı GSYİH'deki artış
hızından büyüktür.
Bu gelişme yeni bir sorunu gündeme getirmektedir. Büyüme arttıkça ithalat daha
hızlı artacaktır.
Ekonomilerin büyümesinde iki farklı durum gözlenmektedir. Buna göre büyürken
ithalat hacmindeki artış oranı büyümedeki artış oranından daha büyüktür. Veyahut
da büyüme oranı arttıkça dış ticaret işlemlerinde sağlanan ihracat artışı
ithalat artışından daha yüksektir.
Türkiye'de yukarıda da belirttiğimiz gibi büyüme dış ticaret açığı üzerine
oturtulmuştur. Ayrıca ithalata dayalı büyümenin sürdürülebilmesi için gereken
kaynak borçlanma yolu ile sağlanmaktadır.
Büyümenin dış ticaret açığı üzerine oturtulması ve bu açığın borçlanma yolu ile
sağlanması ekonomiyi çıkmaza götüren bir olgudur.
Bu aşamada söylenebilecek çok şey vardır.
Ancak buna karşılık büyümenin sağlıklı olduğunu ve sürdürülebilir olduğunu
söyleyebilme olanağı ise yok gibidir.
İthalat hacminin artmasından, iç piyasada ithal malları pazarlamada ortaya çıkan
aşırı kârlar dolayısıyla gelişmelerden memnun olanlar çoğalabilir. Bu bağlamda
hatta bazı üretim yapan kuruluşlar veyahut da bünyelerinde üretimci kurumlar
olanlar dahi ithal malına rağbet gösterebilir ve hatta bu malları
pazarlayabilirler.
İktisat biliminde dış ticaret açığını kapatacak yolların aranmasına yönelik
oluşturulan görüşler üzerinde çalışıldığında ülkemizde bu bağlamda yapılan
arayışların sağlıklı olmadığı, buna karşılık söz konusu açığın kapatılabilmesi
için klasik borçlanma yöntemlerine başvurulduğu gözlenmektedir.
Bu arada bazı iktisatçılar kendilerine göre mevcut gelişmelere karşı fikir
üretme çabasına girmektedirler.
Tipik bir soru ile yola çıkıldığında "büyümeden vazgeçilemeyecekse, giderek
yoğunlaşan uluslararası rekabete karşı ne yapılabilir? Kısa-orta dönemde
kullanılması gereken tek ve etkili silah vergi reformudur. Hükümet iş gücü
maliyetini önemli ölçüde azaltacak vergi indirimlerini devreye sokmak
zorundadır." (Gürsel, Seyfettin "Enflasyon, faiz, dış rekabet ve vergi reformu"
Vatan 6 Temmuz 2005)
Ancak ithalat baskısı karşısında tek anahtar vergi reformu olamaz. Çünkü
ithalatı artıran tam anlamı ile patlatan faktörler arasında vergi faktörü birçok
faktörden sonra gelmektedir.
Türkiye ekonomisini içinde bulunduğu sarmaldan kurtarabilmek için alınması
gereken önlemler her geçen gün artmakta ve uygulanması da bu bağlamda giderek
zorlaşmaktadır.
İktisadi Dayanışma Gazetecilik
Matbaacılık ve Danışmanlık Ltd.Şti -(0212) 325 71 21-281 85 26 -281 85 30
|