|
Anayasa ve Vergi
Arif Aytulun - YMM - 12 Eylül 2007 Çarşamba
- İstanbul
Devletler Ekonomilerini en iyi şekilde
yönetebilmek için, sahip oldukları varlık ve kaynaklarını belirleyip, ülke
giderlerini karşılayabilmesi açısından gelirlerini yaratması gerekmektedir. Bu
gelirlerin en önemli kalemlerinden biride vergi gelirleridir. Bu belirlemeler
için devletler ilk aşamada alınma ve sonra da harcama yönü ve amacı bakımından
kurallara bağlanması gerekliliği duymuşlardır. Devletler gelir ve giderlerini
Bütçeleri ile belirlerler. Bu belirlemelerin gerçekleşme farkları yönetimlere
olumlu veya olumsuz olarak yansır.Batıda devletler modernleşme ve uygarlık
sınırlarının gereği olarak bütçe haklarının krallıklardan meclislere devri için
çok büyük uğraşlar vermişlerdir. İngiltere'de 1215 yılında MAGNA CARTA ile,
Fransa'da 1789 Fransız İhtilali'yle A.B. Devletlerinde de yeni bir devletin
kurulmasıyla bütçe hakkı, milletin temsilcisi olan parlementolara verilmiştir.
Gelirlerin ve giderlerin her sene yeni baştan tasdiki yani bütçenin yıllık
onanması sistemi'nin kabulüyle de bütçe hakkı'nın tekemmülü gerçekleşmiştir.
Ülkemiz tarihine baktığımızda bugünkü anlama yakın anayasa kavramı 23 Aralık
1876 tarihinde kabul edilen anayasadır. Bu anayasada ortaya atılan bütçe hakkı
fikri uzun yıllar uygulanamamış II. Meşrutiyet'in ilanıyla hayatiyet kazanmış ve
çağdaş anlamı ile kullanılması ise, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonra
1924 Anayasası ile mümkün olabilmiştir.1876 anayasasında vergi ödevi 20.madde
ile karşımıza çıkmıştır.
Madde şöyledir.” Tekâlifi mukarrere nizamatı mahsusatına tevfikat kâffei tebaa
beyninde herkesin kudreti nisbetinde tarh ve tevzi olunur.”Yani;Vergiler
mükellefin gücüyle oranlı olarak salınacak Fakat Osmanlı imparatorluğunun
gerekli makamları bu global ve yoruma açık ifadeyi gündemde tutamamış ve
gerektiği gibi uygulayamamıştır.
Cumhuriyet tarihimize geldiğimizde 20 Kânun-ı Sani 1337 (20 Ocak 1921)tarihinde
kabul edilen 85 no’lu TEŞKİLÂTI ESASİYE KANUNU 1921 anayasasında vergilerin
yasallığı ilkesine yer verilmemiştir. Cumhuriyet Tarihimizin ikinci anayasası
olan 1924 Anayasasının 85. maddesiyle vergilerin ancak yasayla salınıp
alınabileceği belirtilirken 2. fıkrası ile devlet, il özel idareleri ve
belediyelerin geleneksel olarak topladıkları vergilerin, yasaları çıkıncaya
kadar, tahsiline izin verilmiştir.
Cumhuriyet Tarihimizi modern vergicilik anlayışı 1924 anayasası ile başlar.
1924 Anayasasının 84. ve 85.maddeleri aşağıdaki gibidir.
Madde 84- Vergi, Devletin genel giderleri için, halkın pay vermesi demektir.
Bu esaslara aykırı olarak gerçek veya tüzel kişiler tarafından veya onlar adına
resimler, ondalık alınması ve başka yüklemler yapması yasaktır.
Madde 85- Vergiler ancak kanunla salınır ve alınır.
Cumhuriyet Tarihimizin üçüncü anayasası olan 20.07.1961 tarihine 10859 sayılı
Resmi Gazetede yayımlanan 1961 Anayasasında Vergi Ödevi 61.Maddede karşımıza
çıkmaktadır.
Bu madde vergi ödevi başlığını taşımaktadır.
Maddenin içeriği şöyledir.
MADDE 61.- Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, malî gücüne göre, vergi
ödemekle yükümlüdür.
Vergi, resim ve harçlar ve benzeri malî yükümler ancak kanunla konulur.
Bu madde 20.9.1971 tarih ve 1488 sayılı Kanunla aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir:
MADDE 61.- Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, malî gücüne göre, vergi
ödemekle yükümlüdür.
Vergi, resim ve harçlar ve benzeri malî yükümler ancak kanunla konulur.
Kanunun belli ettiği yukarı ve aşağı hadler içinde kalmak, ölçü ve esaslara
uygun olmak şartıyla, vergi, resim ve harçların muafiyet ve istisnalarıyla
nispet ve hadlerine ilişkin hükümlerde değişiklik yapmaya, Bakanlar Kurulu
yetkili kılınabilir.
Bu madde halen yürürlükte olan 1982 anayasamıza da aynen sayılabilecek şekilde
geçmiştir.
Cumhuriyet Tarihimizin dördüncü 07.11.1982 tarih ve 2709 No’lu anayasamız
09.11.1982 tarihinde 17863 sayılı mükerrer Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe
girmiştir.
Anayasamızın İkinci Kısım,Temel Haklar ve Ödevler başlığı ile Dördüncü Bölüm
Siyasî Haklar ve Ödevler Başlıklı kısmın VI. Vergi ödevi bölümü aşağıdaki
gibidir.
MADDE 73. – Herkes, kamu giderlerini karşılamak
üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür.
Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı,
maliye politikasının sosyal amacıdır.
Vergi, resim, harç ve benzeri malî
yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.
Vergi, resim, harç ve benzeri malî
yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin
hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik
yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna verilebilir.
Bu madde modern devletlerin modern hukuk kavramları içindeki "kanunilik ilkesi",
"hukuk devleti" kavramıyla bağlantılıdır.
Buraya kadar geçmişten günümüze anayasalarımızda geçen vergi ödevlerini
değindik. Peki bu tanımlara dayanarak vergi ve vergicilik ülkemizde modern
devletler seviyesine ulaşmışmıdır? Cevabı basit HAYIR. Çünkü geçmişten günümüze
kadar tüm iktidarların söylemi olan “vergi tabana yayılmalıdır” ifadesi
günümüzdeki su sıkıntısı gibi yayılmayı bırakın tabanı kurutmuştur. Her nedense
vergi hakkında konuşulurken ilk söylenen şey verginin tabana yayılması ve adil
olmasıdır. Bu söylem hem söyleyene hem de dinleyene cazip gelmiş ve istemeden de
olsa kabul görmüştür. Aynen kayıt dışı ekonomi ifadesi gibi. Peki günümüzde
konuşulan anayasa değişikliği içinde bu madde değişikliği düşünülüyor mu?
Bilemem. Ama yeri gelmişken Ekonomiyi etkileyen oynak taşlardan biri olan bu
Vergi Ödevi başlıklı bölümün çok acil revizeye ihtiyacı vardır. Bu değişikliği
yapmadan evvel mali bürokratların kafalarından “vergi cebren alınır”,vergi yasal
haraçtır” gibi söylem ve düşüncelerden sıyrılmalıdırlar. Tabi Kanunu yasama ve
yürütme yetkisini de taşıyanların aynı bilinci taşıması esastır. Esas olan
halkın vergi konusunda bilinçlendirilmesi yanında yönetimlerinde hesap
verebilirliğidir. Vergi ekonominin en dinamik olayıdır. Dinamik olaylar
bilgi,beceri ve öngörü ister. Bazı kesimler Üretim olmadan veya para kazanmadan
vergi olmaz derler. Bu teori olarak doğru görünse de pratikte bir geçerliliği
yoktur. Çünkü devlet, bütçesindeki giderlerini gelirleri ile karşılayacaktır.
Gelir ise yaşam var olduğu müddetçe oluşan bir olaydır. Gelirin olduğu yerde
makro bazda vergisel boyut vardır. Çünkü vatandaş yaşadığı topraklardaki oluşan
giderleri kontrol etmeli,gereğinde itiraz etmeli ama oluşmuş giderin kendisi
tarafından vergisi ile ödeneceğini göz ardı etmemelidir.Devleti yönetenlerinde
halktan toplanacak adil vergiler ile bu giderleri ödeyeceği bilincinde olmaları
gerekmektedir.Geçmişte gördük toplanan vergiler nereye ve kimlere gitti. Belki
gelecekte de aynı şeyler olacaktır. Ama biz modern ve uygar devletler ile
yarışabilmek istiyorsak, bütçe gelirleri içinde en büyük paya sahip olan vergi
tanımını tam ve doğru yapmalıyız.
Bu tanım ülkemiz insanı ve ekonomik gerçekler göz önünde bulundurularak
yapılmalıdır. Artık vergicilikte Anayasaya uygun yapılan Vergi Kanunları esas
olmalıdır. Teblig ve sirkülerler kanun önüne geçmemelidir. Mali İdarede uygulama
farklılıkları en aza indirilmelidir. Kişi ve Kurum uygulamalarında eşitlik
olmalıdır.
Bence bu değişiklik içinde en önemli belirtilmesi gereken tanım Mali Güç
tanımıdır. Mali Güç nedir. Mali Güç kişide farklıdır. Kurumda farklıdır. Mali
İdare ilk önce Mali Güç tanımını herkesimin anlayacağı ve uygulayacağı şekilde
yapmalıdır. İnsanlar inanmadıkları işleri zor yaparlar. Vergicilik zor iştir.
Çünkü kazanılan paradan pay alma hukuk kurulları çerçevesinde zor bir iştir.
Zoru başarmakta başarılı ve geleceği gören insanların işidir.
Mali güç ifadesi kazancına göre olarak değiştirilmelidir. Çünkü Anayasadaki mali
güç ifadesinin açılımı farklıdır. Mali güç parasal olarak gelirin gidere göre
fazlalık gibi algılanması olarak bir mana ifade etse de günümüzde bu ifade
açılımını ve manasını kaybetmiştir. Basit örnek; mükellefin geliri sadece bir
şirketinden olup, şirket devamlı zarar ediyor veya asgari ücretin vergisinden
fazla bile vergi ödemiyor ama firma sahibi şahsi mal varlığını devamlı
arttırıyor ise mali güç nasıl açıklanabilir. Veya 4369 sayılı yasadan sonra daha
çok gündeme gelen bir ifade olan vergiden kaçınmanın vergisel dünyamıza ne
getirip götürdüğü düşünülmelidir. Tabi ki kaçındığınız bir şeye ne kadar
yaklaşmak isteriz?
Vergi sadece para değildir. Vergi bir ülkenin sosyal ve ekonomik geleceği için
yaşam kaynağıdır. Bu yaşam kaynağını öyle bir düzenlemeliyiz ki, vatandaşın
psikolojik dengesi ile mikro ve makro bazda ekonomik dengeyi terazide tutup,
bütçedeki gelir gider dengesini sağlayabilelim. Bir hukuk devleti
olarak,yasaların genelliliği,yasa önünde eşitlik,temel hak ve özgürlüklerin
korunması,yasaların anayasaya aykırı olmaması ve hukukun üstünlüğü ilkelerini
prensibinden hareket edersek,vergiciliği bir öcü olmaktan çıkarırız.
Vergiden kaçınmayı tetikleyen faktörler arasında, mükelleflerin gelir düzeyi
önemli bir rol oynamaktadır. Mükellefler gelirlerini ilk aşamada yaşamın bir
şartı olarak, yatırıma daha sonrada gelecekleri için rant veya ileriye dönük
saklama ve servetin büyüklüğüne göre gerektiğinde yurt dışına çıkarmaya
yönelirler. Ayrıca ; vergi oranları, vergiden kaçınma için tetikleyici bir rol
oynar.Mükelleflerin sosyal halleri,yaşamları,meslekleri ve tercihleri yanında ,
cezalar, denetim faktörleri ve yüzdeleri ve geçmiş denetimlerin sonuçları
mükelleflerin vergi idaresine ve vergiye bakış açısının nasıl olacağının bir
yapılanmasıdır.Tabi vergiden kaçınmada geçmiş örnekler ve bu örneklerde verginin
toplanamayışı ve vergi kaçırmaların üzerine gidilmeyişi üzerindeki sübjektif ve
objektif ölçü ve davranışlar önem arz etmektedir.Mali Mevzuatın karmaşıklığı
yanında teşvik,indirim ve istisnalar ile mali mevzuatın sık sık değişimi ve
geriye doğru yorum ve uygulanması mükellefi gelecekte yapacağı yatırımlar ve
alacağı kararlara olumsuz olarak yansımaktadır.Vergi toplanmamasına karşın
alınan tedbirlerin yetersizliği toplumda yahu biz vergimizi versek ne
olacak?sorusunu akla getirmektedir..Cevap hemen hazırdır.Ya hükümetler
birilerine peşkeş çekecek veya birileri hortumlayacak.Tabi bunun sonucu az vergi
veya hiç vergi vermemektir.İstemeden de olsa biz meslek mensuplarının etik ve
meslek uygulamalarında yeterli itina ve özeni göstermeyişi mükellefin ve bazı
meslek mensuplarının yaptığı işi sadece vergi dairesine karşı bir işlem olarak
yapılandırması vergiciliği ve ekonomiyi olumsuz olarak etkilemektedir.Tabi
hükümetlerin kalıcı çözümler yerine ileriyi görememiş olması nedeni ile kısa
aralıklar ile çıkarılan vergi afları işlemlerin kayıt altına alınamamasında
önemli bir faktör teşkil etmektedir.
Toplumun bir bireyi olarak bu değişikliği öneriyorum.
İktisadi Dayanışma Gazetecilik Matbaacılık ve
Danışmanlık Ltd.Şti -(0212) 269 20 06-281 85 26 -281 85 30
|